islamiyetin olumsuz yaklaşımına karşın 15. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Balıkesirli Firdevsi-i Tavil'in (Uzun Firdevsi) "Da'avatnama" (Davetname) adlı kitabında verdiği bilgiler büyü ve muskanın halkın içinde yaygın biçimde kullanıldığını gösteriyor. Kitabın padişah II. Beyazıt'ın isteği üzerine yazıldığı dikkate alınırsa büyünün padişah katmda da ilgi gördüğü söylenebilir. Can Göknil'in muskalar konusunda çalışırken geniş ölçüde yararlandığını belirttiği Davetname, Anadolu büyüleri ve muskalar konusunda en önemli kaynaklardan birisini oluşturuyor.
Fuat Köprülü İslam Ansiklopedisi'ne (10) kitapla ilgili olarak "ulüm-i garibe eshabı arasında ehemmiyetle telakki edilen davetiyelerin envaından bahıs olup, 8 babdan mürekkeptir" bilgisini veriyor. Yani, Davetname'de, "olağanüstü olaylarla ilgili ilimlere sahip olanlar arasında önem verilen davetiyelerin bir çok çeşidinden" söz ediliyor. Bu açıklama kitabın zengin içeriğine işaret ettiği gibi, "ulüm-i garibe" ya da bugünün Türkçesiyle "olağanüstü olayların bilimi" nitelemesiyle büyünün 15. yüzyılda bir bilim olarak kabul edildiğini gösteriyor.
Malik Aksel, "Anadolu Halk Resimleri" (11) kitabında "davet"i "ruhların çağrılması" anlamında yorumluyor ve Davetname'de "eşya ve ruhlara tasarruf ile sihir ve tılsım yolu"nun açıklandığını belirtiyor. Firdevsi, yazdığı önsözde, kitabı Farsça yazılmış "denenmiş ve düzeltilmiş başka nadir Davetnamelerden çevirdiğini" açıklıyor. Ancak o günün koşullarında çevirilerin yoruma, yeniden yazıma açık bir anlayışla yapılması, Firdevsi'nin bu açıdan kitaba gerekli katkılarda bulunabilecek bilgili, vehmli ve yaratıcı bir yazar olması kitabın çeviri ya da bir derleme olması kadar telif olarak da ele alınmasını olanaklı kılıyor. Buna göre, Davetname'nin sadece İran bölgesine ait "ulüm-i garabe"yi değil, Anadolu'daki inanışları da kapsadığı kabul edilebilir. Kitabın diğer bir özelliği de bu konularda halkın içindeki inanışlara yer vermesi ve konuların yer yer, büyük olasılıkla Firdevsi'nin yaptığı, Malik Aksel'in değerlendirmesiyle "eski halk resminin özelliklerini taşıyan" resimlerle açıklanmasıdır.
Malik Aksel'in Davetname'den aktardığına göre kitabın giriş bölümünde Firdevsi, "hepsi de ulüm-i garibe, ilm-i davet üstadıdır" dediği değişik kaynaklara dayanarak doğaüstü alemi şöyle açıklıyor: "İdris Aleyhisselam bu cümle ülümun üstadıdır. Hak Taala bu alemi vücuda getirdi. İçinde ervahları (ruhları), cinleri ve dahi nari (peri) nurdan halk eyledi." Firdevsi daha sonra bu yaratıkların çeşitleri olduğunu söylüyor. Buna göre bazı ervah Müslüman, i bazılan Cühud (Yahudi), bazıları ateşperest, bazıları yezdanperesttir l (Zerdüşt). Ayrıca ervahın içinde melekler de vardır. Meleklerin ise vezirleri | (bakanları), kadıları (yargıçları), müderrisleri (öğretmenleri), muhtesipleri (aşayiş ve kamu görevlileri), hatipleri, tercümanları vardır. Firdevsi'ye göre bu | ervahın bazıları havada, bazıları yer altında, bazıları yüce dağlarda, bazıları | harabelerde, hamamlarda, bulutlarda, ocaklarda, mescit, "Kabe-i şerif", "Kudüs-ü şerif", "Medine-i Münevvere" gibi kutsal yerlerde bulunurlar.
Firdevsi'nin bu açıklamasında, Islami kaynaklardan farklı olarak, doğaüstü dünya, doğrudan Tanrı'ya bağlanarak, doğaüstü yaratıkların bir bölümünün Müslüman, Hıristiyan, Musevi gibi "hak" kabul edilen inançlara sahip oldukları açıklanarak meşrulaştırılıyor ve içselleştiriliyor. Öte yandan bu açıklama doğaüstü dünya ile gerçek dünya arasındaki benzerlik, doğaüstü dünyanın esin kaynağının insanların gerçek dünyası olduğunu daha açık biçimde ortaya koyuyor.
Firdevsi'nin basit gibi görünen bu açıklamaları, büyünün tarih içindeki yolculuğunda önemli bir dönüm noktasını, insanların binlerce yıllık birikim ve yaratıcılıkla ulaşabildiği bütünsel bir kurgulamayı ifade ediyor. Düşsel ve gerçek dünya arasındaki "gerçeklik" ilişkisi her şeyden önce kurgulamanın eksiksiz yapılabilmesine olanak sağlıyor. Açıklamalarda boşluklar kalmıyor. Kurgulama, ana çerçevesini koruyarak gerçek dünyadaki değişimlere uyarlanabilecek bir esneklik kazanıyor. Farklı açıklamalar birbirine eklenebiliyor, birleşerek daha kapsamlı bir ortak açıklama haline gelebiliyor. Düşsel dünya ile gerçek dünya arasındaki benzerlik aynı zamanda kurgulamanın inandırıcılığı için gerekli nesnel dayanakları sağlıyor. İnsanlar, görmeseler de kendi dünyalarına benzer bir dünyanın varlığına daha kolay inanabiliyor.
Davetname büyü ile din arasındaki dizgeleri yeniden kurarken aynı zamanda eski büyü dünyasının çeşitli doğaüstü yaratıklarını, diğer göstergelerini de koruyor. Örneğin, Firdevsi'nin İbni Sina'dan aktararak anlattığı, Tanrı'nın Adem'den önce yarattığı, "başı adam başı gibi, iki eli, iki ayağı adam gibi ama başından ayağına kadar adam yüzü gibi elinde ayağında, karnında, başında dört bin gözü" ve "her yüzünde adam gibi gözü, kaşı, burnu ağzı" olan Sahrennar gibi.
Davetname'nin en ilginç yanı çeşitli amaçlara yönelik olarak hazırlanan tılsımlann cinlerle ve hepsi bir yaratıkla simgelenen burçlarla ilişki içinde olduğunu göstermesidir. Her tılsım cinler dünyasındaki bir yaratığın yardımını | gerektirir. Örneğin, "Suret-i şuca" yılana benzer. Buna bağlanan harfler ve | çizgilerle belirtilen bir tılsımın amacı ve kullanımı şöyle anlatılır: "Bu hatemi (mühür) misk ve safran ile kızların cildine yaza ve dahi mum içine koyup külahında götüre cümle alem gözüne mahbup (sevgili) görünüp muhterem ola (saygı göre) ve dahi şems (güneş) sümbüle burcunun yedinci derecesine geldikte bir pare ak ipek üzerine bu tılsımları misk ve safran ve yağmur suyu II. Beyazıp külahında saklayan kişiye ilm-i kimya, ilm-i simya tahsili kolay gelir".
Görüldüğü gibi bu örnekte doğaüstü bir yaratığa bağlanan, kullanıma göre şirin görünme, saygı görme ve kolay öğrenme gibi çok işlevli bir muska söz konusudur. Ancak yaratıkla bu işlevler arasındaki ilişki açıklanmıyor. Yaratığın tılsımın işlevlerini yerine getirebilmesi için bu yetilere sahip olması ya da belli dönemlerde bu yetileri kazanması gerektiği düşünülebilir. Eğer böyleyse yaratığın bu yetilere nasıl sahip olduğunun da öyküsü olmalıdır. Ancak kitapta bu öykünün anlatıldığına ilişkin bir açıklama yoktur. Öykü unutulmuş ya da önemsizleşmiştir. Bu durumda yaratığın artık tılsımın nedeni olan somut bir varlık olmaktan çıktığı, tılsımın bir parçası olan soyut bir imge haline geldiği söylenebilir.
Benzer bir başka örnekte ise, biri saçları omuzuna dökülen adam başı diğeri geyik başına benzeyen iki başlı bir yaratık tanımlanıyor. Bir selvi ağacının arkasında duran yaratığın bir elinde ney, bir elinde def vardır. Bu şekille birlikte bazı harf ve çızgilerle yapılan muskanın kullanımı şöyle açıklanıyor:
"Bu tılsımı tilki derisine şems sümbülenin yedinci derecesinde iken yazıp götüre cümle alemin gözüne şirin görüne, cemi amali (bütün işleri) rast gele." Bu örnekte de iki başlı yaratık ve ney, def, selvi ağacı ile tılsım arasındaki ilişkiler bilinmiyor.
İlk örnekte şirinlik ve bilgelik simgesi gibi görünen yılan başka bir örnekte ikişer başlı ikişer elli birbirine sarılmış iki yılan biçiminde ve bu kez "iki kişiyi birbirine düşman etme ve ayırma" tılsımının bir imi olarak ortaya çıkıyor. Kıskaçlarının arasında bir insan başı tutan yengeç "bir kişiyi yoldan döndürme"; önünde bir karga olan, iki başlı, iki kanatlı ejderhaya benzer yaratık "bir kişiye eziyet etme veya helak etme (ortadan kaldırma)" tılsımlarında kullanılıyor. "Muhabbet tılsımı"nın şekli ellerinde çiçekler ve tılsımlar tutan kuş başlı dört elli, kat kat uzun bir elbise giyen, çıplak ayaklı bir insan görünümünde. Muskayla ilgili şu bilgiler veriliyor: "Her kim dilerse avretler (kadınlar) ona muhabbet ede bu sureti bir kağıda yaza ve bu isimleri suretin yukarısına yaza andan sonra ol suretin sinesi (göğsü) üzerine koyup ura ve bu duayı okuya, andan buhur vere ve bu duayı okuya, keza bu daveti okuya, renkli donlar giye, cevahir ile ziynetlene..." Bu muskada her ne kadar cinlerden medet umulsa da tılsımı yapacak olan kişiye güzel ve süslü görünmesi için öğütler veriliyor. Bunlardan başka deniz korkusuna ve deniz tutmasına, yele ve sele karşı muskalar da anlatılıyor.
Davetname'deki tılsımların kamusal alanı Tanrı'ya ve dine bırakarak daha çok birey ve bireyler arasındaki ilişkilerle sınırlanmış bir alanda yoğunlaştığı ve insanlann bu dünyaya yönelik sorunlarının çözülmesi, beklentilerinin gerçekleşmesi amacına yönelik olarak kullanıldığı görülüyor. Bu durum İslamiyet altında dinle büyünün aynı kaynakta birleşmelerine karşın uygulamada birbirinden giderek ayrıldığını ortaya koyuyor. Tılsımların kendilerini var eden öykülerinden kopması, bir "mühür" veya "levha" haline gelmesi sürecinin tılsımı ancak çok özel yetileri olan kişilerin (büyücü) yapabileceği bir iş olmaktan çıkardığı bu bilgilere sahip olan herkesin tılsım yapmasına olanak sağladığını düşündürüyor. Ancak yine de büyü uygulayıcıları dinsel çevrelerden çıkıyor.