PSİŞİK YETENEK ve RUHSALLIĞI BÜTÜNLEŞTİRMEK
Felsefe
doktorası olan Prof. David Fontana, psişik araştırmaya yönelik sürekli
aktif ilgisiyle birlikte, doğu ve batının ruhsal geleneklerinde geniş
uygulamalı deneyime sahip bir psikologtur. (Society for Pscyhical
Research’ün eski başkanıdır.) Bu geniş sahalarda, bazıları klâsik
olarak kabul edilen birçok kitabın da yazarıdır. Bu makale, 23 Mart
1999’da verdiği bir konferansa dayanarak hazırlanmıştır.
RUHSALLIK ve PSİŞİK YETENEKLER
RUHSAL
gelişim kendisiyle birlikte psişik ihsanları getirebilmesine rağmen,
ruhsallık ve psişik yetenekler aynı şey değillerdir. Budizm ve Hinduizm
gibi doğulu ruhsal geleneklerde ruhsal kapasiteler derinleştiğinde
zihnin bazı maddesel sınırlamaları aşmaya başladığı ve diğerlerinin
zihinleriyle telepatik iletişim içine girebilir hâle geldiği ve böylece
durugörü ve psikokinezi gibi (topluca siddhiler denilen) yetenekler
tezahür ettirdiği söylenmektedir. Bununla birlikte bu gelenekler,
siddhilerin sadece ruhsal büyümenin bir çeşit önemsiz belirtileri
oldukları ve asla kişisel çıkar sağlamak için kullanılmamaları ve kendi
içlerinde bir son olarak görülmemeleri gerektiği konusunda bizleri
uyarmaktadırlar, aksini yapmak benliği güçlendirir ve kişiyi gerçek
ruhsal ilerleme yolundan saptırır. İnsan, başkalarına hizmet ederken
kullandığında bile, benliği şişiren duygulardan kaçınmalıdır. Siddhiler
bize emanet edilmiş hediyelerdir, kişisel servetimiz değillerdir.
Bir
Yoginin Otobiyografisi’nde (Bu kitabın özeti Mucizeler adıyla RM
Yayınları arasında yer almaktadır), meşhur guru Paramhansa Yogananda
kendi kişisel siddhi deneyimlerinin sayısız örneklerini verir ve
kitaplarından bir diğerinde, Man’s Eternal Quest’de (İnsanın Ebedi
Arayışı), onların gelişimine eşlik eden ruhsal disiplinlerin
derinliğine yönelik bir anlayış sunar. Bununla birlikte siddhilerin en
eğlendirici örneklerinden biri, Ram Dass’ın kendisiyle birkaç yıl
geçirdiği bir diğer saygın öğretmen Neem Baba’nın hayatında
görülmüştür. Bir zamanlar Hindistan’daki trenlerde kutsal adamların
parasız yolculuk yapmalarına izin veriliyordu ama bazı sebeplerden
dolayı bu ayrıcalığa son verme kararı alındı. Neem Baba yeni
politikanın ilk kurbanlarından biriydi ve biletsiz olduğu
keşfedildiğinde, Karolli istasyonunda uygun bir şekilde trenden
indirilmişti. Biletçi diğer yolcuların protestolarına aldırmadan
düdüğünü çaldı ve sürücü treni çalıştırmak istedi; ama nafile, tekrar
tekrar denedi ama hiçbir şey olmadı. Bu sırada Neem Baba plâtformun
üzerinde gülümseyerek bekliyordu. Sonunda, trene geri gelmesi için
yalvarmaya başladılar. O, yalvarışları nazikçe dinledi, trene tırmandı
tahmin edeceğiniz gibi motor, bir motorun davranması gerektiği gibi
davrandı ve tren istasyondan ayrıldı.
Tesadüf mü? Sürücünün
bir numarası mı? Hindistan’ın kutsal adamlarını ve kadınlarını
çevrelediği söylenen siddhilerin diğer birçok örneklerini
deneyimleyenler, bunun Neem Baba’nın işi olduğundan hiç şüphe etmediler
ve o zamandan sonra da o hep Neem Karolli Baba diye bilindi.
PSİŞİK YETENEKLER ve RUHSALLIK
Sürecin
zıt istikamette güçlüce çalıştığı, yani psişik yeteneklerin gelişiminin
ruhsal ilerlemeye götürdüğü yönünde hiç delil yoktur. Bazı vakalarda
böyle olabilir ama bu kuraldır anlamına gelmez. Geçmişin bazı en ünlü
psişikleri, kesinlikle ruhsal olmayan numaralara kalkışmışlardır.
Eusapia Palladino her bakımdan çok güçlü bir fizik medyomdu ve tarihte
en geniş olarak incelenen psişiklerden biriydi; yine de onun
fenomenlerinin çoğu gerçek olmasına rağmen, diğerlerinin açıkça hileli
olduğu yönünde neredeyse oybirliği vardır. O celselerdeki haziruna
“Beni izleyin, yoksa hile yaparım.” diye öğüt vermiş, kusurlarından
dolayı rehberi John King’i suçlamıştır. Bazı rehberlerin karakterleri
gerçekten belirli oranda istenmeyen özellikler taşısa da (John King
hayattayken adı çıkmış bir korsan olduğunu iddia etmekteydi), Palladino
ile uzun süre çalışan Hereward Carrington, onun yaptığı hilelerin kendi
egosuna bağlı olduğu görüşündedir. Carrington, Eusapia Palladino and
Her Phenomena (Eusapia Palladino ve Fenomenleri) adlı eserinde “Ona
bunu yapmaması için yalvardık.” diye yazmıştır, ama bir toplantıda, bir
saat veya hemen sonrasında bir sonuç üretilmediyse, medyom “genellikle
kaba ve açık türden” hile yapmaya başvurmuştu.
Elbette ki,
fizik medyomlar toplantılarda hile yaparken yakalandıklarında
Palladino’nun iddia ettiği gibi, transtayken rehberleri tarafından
böyle yapmaya itilmiş olabilirler, ama eğer öyleyse bu sadece onların
rehberlerinin dürüstlüğüne değil, rehberlerin kendi medyomlarının
ünleriyle ilgili kaygılarına da gölge düşürür. Her halükârda, rapor
edilen bir diğer güçlü fizik medyom olan, ama bu vakada kıskançlık
günahına yenik düşen Agnes Guppy’nin davranışı için rehberleri suçlamak
çok zor olurdu. Daha genç ve daha çekici arkadaş medyom Florence
Cook’un başarısıyla yüzleştiğinde (Cook, Sir William Crookes tarafından
gerçekten araştırılmış ve ismi telâffuz edilmiştir), Agnes Guppy
çözümün, iki suç ortağının Cook’un yüzüne asit fırlatmaları olduğunu
düşünmüştür. Neyse ki suç ortakları bunu reddetmişlerdir ama bu hikâye
Bayan Guppy’nin şöhretini yerle bir etmişti.
RUHSAL ve PSİŞİK YETENEKLER ARASINDAKİ BAĞLANTI
Bununla
birlikte, psişik yeteneklerin ruhsal gelişime sevk etmedeki
başarısızlığına rağmen, sürecin bunun aksine çalışabildiği gerçeği, bu
ikisi arasında bir bağlantı olması gerektiğini gösterir. Bu bağlantıyı
keşfetmeye nasıl başlayabiliriz? Yunanistan’da Delf tapınağının Apollo
sunağının üzerinde -dünyadaki en büyülü yerlerden biridir-, “Kendini
Bil” öğüdü vardır. Apollo sunağı; Piton’un, yani ilâhlarla iletişim
kurduğuna inanılan bir rahibenin -biz ona muhtemelen bir trans medyomu
diyecektik- eviydi. Kendisine Atina’daki en bilge adamın kim olduğu
sorulduğunda, “Hiçbir şey bilmediğini bilecek kadar bilge olan tek adam
Sokrat’tır.” diye cevap vermiştir. Yani bizim bu keşfe başlama
noktamız; Sokrat ile birlikte, sadece dışsal dünya değil ama kendi
zihnimiz hakkında da ne kadar az bildiğimizi kabul etmektir. Bu bizi,
“Kendi zihnimin yapısı nedir?”, “Ben neyim?”, “Ben kimim?” gibi
varlıksal soruları sormaya götürür. Bazıları -örneğin Darwinciler- bu
soruları, bizim şans eseri yaratılan biyolojik tesadüfler olduğumuzu,
anlamı ve amacı olmayan başıboş bir evrende yaşadığımızı söyleyerek
cevaplayacaklardır. Diğerleri bu cevabı kabul etmenin, anlamsızca
yaşamak ve ümitsizce ölmek demek olduğunu kabul edecektir. Onlar bize,
modern bilimin bütün gücüne ve bütün keşiflerine rağmen zihin hakkında
fazla bir şey söyleyemeyeceğini ve ruh veya Tanrı’nın hiç olmadığını
-Yüksek Şuur veya hangi terimi kullanmayı tercih ederseniz- kategorik
olarak kesinlikle ifade edemeyeceğini hatırlatmaya devam edeceklerdir.
Modern bilim psişik ihsanların olmadığını kategorik olarak ifade edemez
ve bundan dolayı en materyalist bilim adamları bile böyle meselelerde
agnostisizmin -belirsizliğin bir kabulünün- ötesine geçemezler.
Delilleri
inceleyenler, insan yaşamında bir ruhsal boyutun mevcudiyetini ve
psişik yeteneklerin mevcudiyetini desteklemek için çok miktarda şeyin
mevcut olduğunun farkına varırlar. Bununla birlikte, bu boyutun ve bu
yeteneklerin yapısına ve anlamına ilişkin daha derin sorular, bir
anlamda fiziksel bilimlerin nüfuz sahasının ötesinde yatar. Bilim,
bütün şüphe edilmez güçlerine rağmen, bizim sınırlı bir uygunluk alanı
dediğimiz şeye sahiptir. Bu alanın ötesinde, onun hitap edemediği
sorular vardır; sadece varoluşun temel anlamı ve benliğin tabiatıyla
ilgili sorular değil, ama diğerkâmlık gibi insan vasıfları ve bir Bach
veya Mozart veya bir Michael Angelo gibiler tarafından tezahür
ettirilen yüce yaratıcı yeteneklerle ilgili sorular. Böyle sorular
aslında ruhsal sorulardır ve onlar bilimin usulüyle dışarıya, maddesel
dünyaya bakarak değil, ama aziz ve mistiğin usulüyle bir kişinin içine
bakarak cevaplanırlar.
Zen Budizmi bunu yapmanın bir yolunu,
koan kullanımı sayesinde öğretir. Koan hiçbir mantıklı cevabın olmadığı
bir sorudur. O bize sık sık o kadar paradoksal bir şey sorar ki, bizim
ilk tepkimiz onu gülünç bularak bertaraf etmek olur. En iyi bilinen
örneklerinden biri şudur: “Bir elle alkışlamanın sesi nedir?” Gerçekten
de bir paradoks. Tanımlamada, alkışlama iki eli içerir. Ama Zen Budist
öğretmeniniz size, yargılamadan ve ummadan sadece oturmanızı ve soru
üzerine meditasyon yapmanızı söyleyecektir. Bir öğretmenin bana
öğrettiği gibi, “Kendine cevabı sorma, sadece koanı sor.” Koan üzerine
meditasyon yaptığınızda, “cevap, sessizlik olmalı” gibi düşünceler
kendiliğinden yükselmeye başlar, ama cevabı öğretmeninize verdiğiniz
her seferinde o başını sallar ve size gitmenizi ve meditasyonunuza
devam etmenizi söyler.
Koanın amaçlarından biri sizi, mantıklı
zihnin, hayatımızda çoğu zaman kullandığımız zihnin, daha fazla
gidemeyeceği bir noktaya getirmektir. “Eller” ve “alkışlama” maddesel
dünyaya aittir. Maddesel dünya bizim tarafımızdan, hepsinin anlamlarını
ayrılıktan aldıkları ayrı nesneler ve kavramlardan meydana gelmiş
biçimde anlaşılır. Sol el, sağ elden ayrıdır -onun karşıtı-; alkış
sesi, sessizlikten ayrıdır -onun karşıtıdır-. Bundan dolayı, mantıksal
olarak tek elle alkışlayamayız. Ama koan bu karşıtlıklarla düşünmeyi
keser. Eğer kişi onunla çalışmaya devam ederse, orada ayrılık
hissiyatının bir yanılgı olduğunun farkındalığı an”den gelir. Hiçbir
şey, ister bir nesne veya bir kavram olsun, diğer bütün şeylerden izole
edilmiş olarak var olamaz. Her şey, hem canlı hem cansız, aslında
temelde yatan bir birliğin, bütün varoluşun esası olan bir birliğin
tezahürüdür. Ve farkındalığın bu anında, koanın kendini çözdüğü
söylenir, bu, onun sizi daha derin bir anlayış seviyesine götürmesidir.
Ve koan kendisini çözerken, aynı zamanda -en azından kısmen- elbette ki
niha” koan olan “Ben kimim?” sorusunu ve “Onu nasıl bilebilirim?”
“Kendi yüzümü nasıl görebilirim?” “Ben hem soru hem de cevap nasıl
olabilirim?” gibi her noktası bir elle alkışlamak kadar paradoksal olan
sorulardan birini de çözer.
Elbette ki, bu şekilde kelimelere
döküldüğünde, onun sadece bir entelektüel egzersiz hâline dönüşmesi
riski ortaya çıkar ve eğer sadece entelektüel cevaplar sunduysanız iyi
bir Zen öğretmeni meditasyon yaptığınız şeye iki kat hızlı geri
gönderecektir. Öğretmen, sizin bu birliği gerçekten deneyimlediğinizi
görmek isteyecektir. Bunu yaptığınızda, cevabınız herhangi bir önceden
belirlenmiş formül yerine sizin dönüşmüş olduğunuz kişi içinde görünür
olacaktır. Ama “Bunun, ruhsallık ve psişik yetenekler arasındaki
bağlantıyla ne ilgisi var?” diye düşünebilirsiniz. Her bakımdan ilgili.
Eğer her birimiz kendi mevcudiyetimiz içinde kilitlenmiş olmaktan daha
çok temelde yatan bir birliğin ifadeleriysek, o zaman bu birlikle
(ruhsal gelişim deneyimi yoluyla) temasa geçmek veya diğerlerinin
zihinleriyle (psişik yetenekler yoluyla) temasa geçmek fikri bir çeşit
anlam kazanmaya başlar. Sadece bu da değil, bu fikir yaşanmış bir imkân
hâline gelir. Zihinlerimiz ve arkadaşımız olan diğer varlıkların
zihinleri; oldukları gibi, yani tek şuurun görünümleri olarak
tanınırlar ve bundan dolayı psişik deneyimlere engel olan kendimiz ve
diğerleri arasındaki bariyerler kaybolur. Bundan dolayı ruhsal
inançlar, hem bizim dışsal dünyayla hem de kendi varlığımızla daha
derinden ilşikimizde etkileyici bir aksiyondur.
HER ŞEYİN BİRLİĞİ
Her
şeyin birliğinin (sadece her şeyin karşılıklı bağımlılığı değil, ama
gerçek birliğin) farkına varmanın diğer sonucu, bizim sadece ölümden
sonra ödüllendirilme ümidinden dolayı değil, bu doğal yol olduğu için
daha iyi bir hayat yaşamaya başlamamızdır. Eğer her şey aynı birliğin
parçasıysa, o zaman diğerlerine veya çevreye zarar vermek, kendine
zarar vermektir.
Budizm ve Jainizm gibi Doğu dinleri ahimsa,
yani şiddetsizlik denilen bir ideale sahiptirler. Ahimsa kişiyi sadece
diğerlerine gereksiz zarar vermekten sakındırmaz, aynı zamanda bize
kendi varlığımızı saflaştırmada yardım eder. Bir sineği yakalamak ve
dışarıya atmak yerine onu öldürmenin bile üzerimizde kabalaştırıcı bir
etkisi vardır. Sineği dışarı atmak gerçekten mükemmel bir fiildir.
Bizler mükemmel insan varlıkları değiliz ama mükemmel şeyler
yapabiliriz. Düşüncesizce hayattan mahrum etmek yerine, küçük zararsız
bir yaratığı dışarı koymak bir İsa veya bir Buda fiilidir. Yerimizde
olsalar onların yapacağı şey, kesinlikle budur. Bundan dolayı ahimsa
bize, insan faaliyetlerinde birlik hissiyatını ifade ettiğimizi veya
Budizmde dendiği gibi Buda tabiatımızı ifade ettiğimizi öğretir.
İNANCIN ÖNEMİ
Ruhsal
hayata inancın -veya imanın- yolda önemli bir erken adım olduğu
söylenmiştir; doğrudur ve aynısının psişik yetenekler için de geçerli
olduğu görünmektedir. Koyunların (psişik fenomenlere inananların)
keçilerden (inanmayanlar) daha yüksek başarı elde ettikleri
parapsikolojik araştırmada, iyi bilinen koyun/keçi etkisi; zihinlerin
birbirleriyle doğrudan iletişim kurabileceklerine ikna olmalarının,
kişinin psişik potansiyelinin en azından küçük bir bölümünün kilidini
açmaya yeterli olduğunu öğrenmektedir. (The European Journal of
Parapsychology, Cilt 13, 1997 psişik yeteneklerin ifade edilişini
kolaylaştırdığı görülen zihnin çatısı hakkında daha fazlasını bilmek
isteyenler için bir dizi ilginç makale içermektedir.)